Haber Nöbeti Günlüğü- Amed’de zor gece

Haber Nöbeti için geldiğimiz Amed’de zor bir gece. Patlama seslerinin yükseldiği Sur'da bu gece bir katliam olabilir. Bombardıman nedeniyle bodrumlara sığınan insanlar, tıpkı Cizre'de olduğu gibi katledilebilir.

Haber Nöbeti için geldiğimiz Amed’de zor bir gece. Patlama seslerinin yükseldiği Sur'da bu gece bir katliam olabilir. Bombardıman nedeniyle bodrumlara sığınan insanlar, tıpkı Cizre'de olduğu gibi katledilebilir.

Bu yazı Amed’de dün gece yazıldı. Belki de bitmeyecek bir yazı olacak. Çünkü bu gece zor bir gece. Patlama seslerinin yükseldiği Sur'da, tıpkı Cizre'de olduğu gibi insanlar yaralı halde sığındıkları bodrumda bu gece katledilebilir. 

Yarının Amed halkına ne getireceği henüz belirsiz.

Haber Nöbeti için Amed’deyiz. Kentte tüm duygular içiçe geçmiş durumda; tıpkı ölüm ile hayatın birbirine yakınlığı gibi.

Sabah ilk olarak Güneydoğu İş İnsanları Derneği'ndeydik. Haber Nöbeti'ne katılan gazetecilerin amacı olabildiği kadar kentteki tüm kurum temsilcileri ile konuşarak tabloyu açığa çıkarmak.

Dernek Başkanı Burç Baysal, savaşın kent ekonomisine etkilerini anlattı: "Organize Sanayi Bölgesi'nde 10 işletme kapandı. Toplamda tüm işletmeler yüzde 25 verimle çalışıyor. İnsanlar da işsiz kalıyor."

Aklımdan "İnsan yakılarak öldürülürken..." cümlesi çıkmıyor. Sonunu getiremiyorum.

Sonra konu TOKİ'nin Sur'daki planlarına geliyor. Baysal, "TOKİ, burada böyle bir plana girişemez" diyor ve ekliyor: "Halk kesinlikle kabul etmez. Eğer bir yerinde dönüşüm olacaksa da, insanların öncelikle yaşamlarına devam etmeleri gerekiyor."

Haber Nöbeti'nin 3. ekibinin ikinci durağı DİHA. Burada görev dağılımı yapıldı, ardından "işbaşı" geldi.

DİHA'dan arkadaşların rehberliğinde Mehveş Evin ve Semra Çelebi ile birlikte Sümerpark'a gittik. Sümerpark'a en son 2015 yılının Ağustos ayında gelmiştim. O günlerde Şengal'de DAİŞ'in zulmünden kaçan Êzîdîleri ağırlamıştı. Bugün de Sur'da katledilen evlatlarının bedenlerine ulaşmak isteyen aileleri konuk ediyor.

Ailelerin, duvarlara asılan fotoğrafların sayısı artıyor. Çünkü devlet Sur'da katletmeye devam ediyor. Öldürdüklerinin cenazelerini de vermiyor. 

Duvarlardaki fotoğraflara bakıyorum, hepsi çok genç, hatta çocuk; 13 yaşındaki Cihat Morgül gibi.

Ve bu çocuklar henüz mezarsız. Bugüne kadar İsa Oran ve Mesut Seviptek'in cenazeleri verildi. O da günler sonra. 

Bu toprakların iktidarları halkı, kaybedilen yakınlarının kemiklerini istemeye mahkum etti. Şimdi anneler, babalar evlatlarının cansız bedenlerini istemek için bedenlerini açlığa yatırıyor, oturma eylemi yapıyor. 

Ailelerle konuşuyoruz. Ağıtların arasına devlete duydukları büyük öfke karışıyor. Beddua ediyor kimisi. Ardından da "Barış" diyor. Yaşanan bunca şeyden sonra "başka analar ağlamasın" diyebilmek büyük bir erdem. "Başka analar" dedikleri ise Türk anneleri. Her gün çeşit çeşit vahşete imza atan polis ve asker anneleri.

Anneler, babalar, evlatlarının cenazesi bekliyor Sümerpark'ta.

Bu ailelerden biri Ramazan Öğüt'ün ailesi.

Ramazan, 7 çocuklu ailenin 3. çocuğu ve 15 yaşında.

Anne Elif Öğüt, Kürtçe anlatıyor oğlunun hikayesini: "Biz Huzurevleri Mahallesi'nde oturuyoruz. Ramazan, Sur'a halasının evine gitti. O'nun gittiği gün Sur'da sokağa çıkma yasağı başladı. Sur'dan bir daha da çıkamadı. Keskin nişancılar tarafından öldürüldü."

Ramazan, Huzurevleri'ndeki Vali Ahmet Lisesi'ne giderken lise birinci sınıfta okulu terk etti. "Okumak istemedi" diyor annesi ve ekliyor: "Ama akıllı bir çocuktu, girişkendi. O yaşında bile haksızlığa boyun eğmeyen bir çocuktu. Ama böyle bir katliama maruz kalacağını hiç tahmin edemedik. Çünkü Ramazan oraya savaşmak için değil, halasını ziyarete gitmişti. Onların durumunu sormak için gitmişti."

Bölgede artık görülüyor ki, kimin ne olduğunun hiç bir anlamı yok; genç, yaşlı, kadın, erkek, savaşçı, sivil, siyasetçi, herkes, devletin infaz timlerinin hedefinde.

"Oğlumun cenazesini istiyorum" diyor anne Elif Öğüt. Ardından kendilerine verilen bir umudun nasıl da işkenceye dönüştürüldüğünü anlatıyor: "Bir gün, Ramazan, Rozerin, Mesut ve İsa'nın cenazelerinin bize verileceği söylendi. Biz anneler evlatlarımızın cenazelerini almak için Sur'a gittik. Ancak bizi tartakladılar. O sırada kendi cenazelerini -asker ya da polisti- kaldırdılar. Bizi daha sonra cenazelerimizi vermeden mahalleden çıkardılar."

Sümerpark'tan ayrılırken, annelerden biri sesleniyor arkamızdan, sakince, bizi kırmadan dökmeden, "Batı'ya anlatın. Biz terörist değiliz, anneyiz. Evlatlarımızın cenazelerini istiyoruz. Bunu böyle bilin" diyor.

Bir sonraki durak Diyarbakır Cezaevi'ni önü. Sebebi ise, tutuklanan JİHNA muhabiri Beritan Canözer şahsında cezaevindeki gazetecilere dikkat çekmek. Haber takibi sırasında durdurulan Beritan, "heyecanlı" olduğu için tutuklandı. Biz de Beritan gibi heyecanlı gazeteciler olarak bölgeye geldik ve arkadaşımıza özgürlük istedik.

Açıklama sırasında zırhlı araçlar ile bölgede artık beyaz torosların yerini alan "rangevor" tipi bir araç geldi. İçlerinden ellerinde silahlarıyla sivil giyimli, çelik yelekli, yarı maskeli polisler indi. Ne olduğunu anlayamadılar önce, nasıl davranacaklarına karar veremediler. Özgür Gazeteciler Cemiyeti Eşbaşkanı Hakkı Boltan, işaret ederek "Bugün son derece kibarlar" diyor. Kibarlar ama son derece tehditkarlar. 

Gün boyu kentin üzerinden savaş uçakları eksik olmuyor. Sokaklarda sıkça "ural"ından "akrep"ine zırlı araçlar geçiyor. Bir gerilim havası eksik olmuyor.

Akşam Ofis'teyiz. Sur'daki katliam riskine dikkat çekmek için AZC Plaza'nın önü ve Sanat Sokağa'nda "ses çıkarma" eylemleri yapılıyor. Polis aracından uyarı yapılıyor, "Taş atmayı kesmezseniz, müdahale edeceğiz" diye. Bakıyoruz, taş atan yok. Ardından saldırı başlıyor, Gevran Caddesi ile Koşuyolu tarafında çatışmalar yaşanıyor.

Bu sırada sık sık haber geliyor "Sur'da büyük patlamalar oluyor" diye. Sur'da neler olduğunu anlamak tam olarak mümkün değil. Ancak, bir bodrumda yaralılarla ve ailelerle mahsur kalan DİHA muhabiri Mazlum Dolan'ın son mesajında dediği gibi "Sur, Cizre olabilir."

Olabilir. Saat 02.00 ve uzaktan patlama sesleri duyuluyor...